Duygusallık ve duyarlılık

“Duygusallık’’ ve “duyarlılık’’ kelimeleri ilk duyduğunuzda ne çok birbirine benzeyen kelimeler değil mi?

Oysa içerik olarak duygusallık başka, duyarlılık başka şey. Öyle ki duygusallık eylem doğurmayıp üzülmekle, hislenmekle, hâl yaşamakla, bir başınalıkla yetinir. Fakat duyarlılık öyle mi? Sorumluluk verir, durumu düzeltmek için çare aratır, emek ister, eylemsizlik onda barınmaz. Bu sebeplerden duygusallık çocuksu, bilinçsizdir; duyarlılık yetişkindir, bilinçlidir.

Galiba bizim coğrafyamızda tüm tepkilerimiz bir refleksten ibaret, kısa süreli ve daha çok kişisel çıkar ve kaygılar taşıdığı için duyarlılık değil de duygusallık hâkimiyetiyle yansıtılır. Misal tamamen “duygusal’’ sebeplerle bir takım insanlar, geniş kitlelere hak, adalet, düzen oluşturmayı vaat ederler. İnsanın, kadının, çocuğun hakkını savunmak gerekir öyle ya!

Güya duyarlı tepkiler verirler; evleri, iş yerleri, kendi alanları dışındaki herkes için hak, adalet, düzen derdine düşerler. Söz konusu durum duyarlılık olarak görünse de tamamen duygusaldır aslında. Çünkü bu tip insanlar kendi bireysel alanlarında ne insana ne kadına ne çocuğa kıymet verip saygı duymazlar; ki saygı her şeydir. Bunu yaş aldıkça çok daha net anlıyor insan.

İnsan haklarını savunur bir takım platformlarda; ama insanı kategorize etmekten geri kalmaz. Kadın hakkını savunur; ama evindeki kadına ya da kadınlara fiziksel ya da psikolojik şiddetin en âlâsını uygular. “Emek” der, emeği sömürür. “Sanat, toplumların gelişimi için gerekli, önemli” der; aynı kişi ‘sanatın birtakım seçkin kesime hitap etmesi gerektiği’ yönünde tavır takınır. Seyirci profiline göre oyunu aynı özenle oynamayanı gördüm; çünkü “onlar ne anlar” diye düşünürdü.   

Şöyle bir baksanıza dünyaya, ülkeye... En duygusal sözler kadınlara, analara, çocuklara söylenir!

En fazla şiir yazılan, şarkılar beslenenler de onlardır!

Hangi yüreğin terazisinin, hangi kefesine koyarsanız koyunuz; kadın, ana, çocuk ağır basar!

Gelin görün ki; kendi ağırlıkları altında ezilenler de kadın, ana, çocuk olmuştur!

Duyarlılık rafa kaldırılır da kadın, ana, çocuk üzerinden kategorize etmeler başlar!

Katledilen, istismar edilen “kadın” olur, başı açık mı, mini etekli mi, başörtülüyse benim, mini etekliyse bana ne!

Ya da tam tersi!

Hemen herkes bir çocuğun başını okşar da tüm duygusallığı ile... Eğer ölen bir çocuk olursa dağda mı öldü yoksa üniformalı mı kategorize başlar!

Yanan kadın yüreği, yangınıyla kalakalır ortada!

Yani demem o ki; duygusallık, insanın en saf, en temiz özelliğiyse; ki öyledir, duyarlılık mesuliyeti yüklemelidir.

- - - -